Korku…

korkuYıllarca önceydi. Orta Anadolu’nun bir köyünde öğretmenliğimin ilk erken güz günleri…
İlk kez bir köy de yaşamaya başlamama rağmen pek bir sorunla karşılaşmamıştım. Köyde bana verilen lojman mevcut okulumun bahçesinde olmasına rağmen; eski bir caminin ve buna bağlı bir metruk mezarlığa denk geliyordu. Bunun dışında yeni caminin musalla taşı ise oturduğum odanın 10–15 metre ötesindeydi. Kısacası tek başıma yaşacağım ev eski bir mezarlığın içine inşa edilmişti. Bu eve yerleşmeden önce köyde yaşayan öğretmen arkadaşlarım bunun bir sakıncasının olup olmayacağını sordular. Sordukları aslında ölülerden ve benzerlerinden korkup korkmadığımdı. Bende Güneydoğu Anadolu’dan gelen bir delikanlı genç bir öğretmen olarak; ‘- Ölmüş insanlardan değil kimi canlı insanlardan korktuğumu’ kendimden emin birazda gururlu bir ifadeyle söylemiştim. O sıralar köyde yaşayan kimi öğretmenlerin bu lojman yerine köy içinde başka evlerde kiracı olarak bulunmalarına anlam verememiştim. Bunun dışında kaldığım ev oldukça büyük kerpiç yapıydı. Komşum olarak ta sadece dallarını evimin kiremitli çatısına salmış devasa ceviz ağaçları vardı. Ceviz ağaçları yeni dostlarım ve komşularımdı artık…

Günler ayları tükettiğinde güz günlerinden kış günlerine geçmiştik. Günlerimi kimi zaman resim yaparak, kitap okuyarak, bazen de köy kahvesindeki televizyonla ve yeni dostlarımla geçiriyordum. Evime oldukça erken saatlerde dönüyordum… Derken kışın kendisi ile gelen uzun zemheri bir gecede saat 03 gibi titreşimler yüklü bir uğultuyla uyandım. Titreşim yüklü sesin kaynağını arama amacıyla yatağımda oturur vaziyette iken korkular içinde kulak kabartım. Bu meçhul garip ve yabancı sesin kaynağına ulaşamadım. Yatağımdan paldır küldür kalkarak birkaç adım ötemde duran ışığın düğmesine ulaşıp koca bir adaya ışık yayıldığında ses ve titreşim kaybolmuştu.

Anladığım, titreşimler odamın hatta evin her yerinden eşit bir şekilde geliyordu. Korku içindeyken bir an uyku felci mi geçiriyordum diye düşündüm? Nabızım hızlanmıştı neredeyse kalbim dışarı fırlayacaktı. Soluk alışverişim artmıştı soluk soluğaydım. (‘Uyku felci, uyku ile uyanıklık arasındaki o alaca karanlık dünyasında yaşanır. Bu sırada birkaç dakika veya daha uzun süre boyunca devinimsizlik ve endişe hissi yaşanır. Bu sırada göğsümüzde ağırlık hissi yaşlanır. Nabzınız hızlanır, soluk alışınız güçleşir’)

Korkmuştum! Korkunun şiddetini artıran oluşmasının temel nedeni korktuğumuz şeyin ne olduğunu bilmemek. Korkulanı tanımlayamamak. Korku şiddetini katmerli yordu. Şunları da biliyorum ki; İnsan zekâsının giderek soyut bilgileri kavrama gücüne erişmesinin sonucunda kendinden başka varlıkla kaynaşıyordu. Bu varlıkların ondan güçlü ve karşı konulmaz nitelikte olmaları insanın varlık dışı kavramlardan korkma keşfine tekabül ediyordu. Neydiler bu karşı konulmaz güçlü varlıklar: Ateş yakıyordu. Gök gürlemesi ürkütüyordu. Su boğucuyken; rüzgâr sürüklüyordu. Tüm bunlardan bazıları acı etki yaparken kimileride tatlı etkilerde bırakıyordu ateş gibi. Tüm bunlara neden olanları anlamamaktan ötürü şaşkındı ve tüm bunlar kendisinden üstündüler.

Odamın ışığı açık vaziyette, kaynağını ve nedenini bilmediğim titreşim yüklü bir sesin yarattığı korkuyla gergin bir uykuya dalmaya çalıştım. Ama uyuyabildiğimi anımsamıyorum.

Ertesi gün boyu gece yaşadıklarıma anlamlar vermeye çalıştım. Yaşadıklarımı kendi bünyemde sorgulamaya çalıştım. Bu korku durumunu yaratan sesler ve titreşimler tekrarlanacak mı? Bu gece yeniden korku yaşanacak mıydı? Soruları içimi kemirirken uyku vakti gelip çatmıştı. Olabildiğince sinirlerimin ve kaslarımın gerginliği ile yatağımda kıvranırken; çocukluğumun geceleri korku anlarını anımsadım. İki yaşında ya da daha sonraki dönemlerde gece veya karanlıkta gerçek görünümlü ama tümüyle düş ürünü ‘canavarlar’ dan korktuğumu anımsadım. Korkudan ödüm patlarken artık daha fazla dayanacak halim kalmayana dek yatak örtümün altına saklanıp günün aydınlanmasını beklemekti çoğu zaman korkuyla baş edebilmek…

Derken bu kez ışıkları açık bırakarak uykuya dalmışım…
İlerleyen saatlerde aynı titreşimli seslerin patırtısıyla uyandım. Kendimi korku cehenneminin ortasında yeniden bulmuştum. Elimi yatağımın kenarına dayadığımda titreşimi avuçlarımda hissedebiliyordum. Korkumun nedeni avuçlarımın içi kadar yakınken ben bunun nedenini bilemiyordum. Oracıkta avuçlarımın korku terleri kerpiçten duvarı ıslatıyordu. Kalbimin sesi sanki boğazımdan çıkıyor gibiydi. Çocukluğumdaki gibi örtünüp saklanamazdım. Birden içimden gelen büyük bir öfke ve tepkiyle yatağımdan fırladım. Gözlerim beklide yerinden fırlayacakçasına açıldığını anımsıyorum. Birazda büyükçe olan odanın ortasındaydım. Bu kahrolası patırtının kaynağını nedenini aramaya koyulduğum an; ayaklarımın tahta döşemeye gergin basmasından ötürü ortaya çıkan gürültülerden olsa gerek bu titreşimli sesler kesiliverdi. Soluk soluğaydım. Elim oracıktaki sigaraya ve rakı şişesine ulaşmıştı bile. Sakinleşmiş bir hale geldiğimde uykuya dalmıştım. Ardından rakı yüklü ardışık geceler başlamıştı. Bu korku hali benliğimi kör bir bağımlığa götürüyordu. Oysa biliyordum ki her bağımlılık bir tutsaklıktır…

Ertesi gün; gün aydınlandığında evin eski mezarlık içinde kalan boş odasındaki tahta döşemelerin çivilerini sökerek mezar taşı kalıntılarına baktığımda her şey yerli yerindeydi ve en ufak anormal bir durum yoktu. Bunu yapabilmiş olmam benliğime olan güveni geri getirmişti.

Günlerim içime düşen korkuyu kabul edip etmeme veya bu bilenmezle doğaüstü sesin kaynağını bulma hırsıyla geçiyordu. Yada doğaüstü kaynağı kabullenmeye taşıyordu kafam olabildiğince anlatılmaz korkularla doluydu. Buda Cehaleti yeğleme demekti.– yanlışlaşamayan bir şeyin doğru, doğrulanamayanın da yanlış sayılması yolundaki iddia ikilemlerini yaşayarak sorguluyordum.
Sonuç olarak ‘Kanıtın yokluğu, yokluğun kanıtı değildir’ sonucuyla kesinlikle bilinmez sese ulaşmanın gerekliliğine karar verdim. Korkunun yaratığı güvensizliğimi yenmem için birçok korkak gibi silahlanmam gerekti. Silah dediğim ise köyün bağ koruyucusundan edindiğim namlusu kesilmiş eski bir çifteydi ateş edip etmediğini bile bilmiyordum; bunun dışında büyük boy pillerle çalışan koca bir el feneriydi. Bunları edinmiş olmam güven duygumu güçlendiriyor sanrısına kapıldım.

Artık beni bir korkak haline getiren bu meçhul sesin kaynağıyla yüzleşmenin zamanı gelmişti.
O gece ışıkları açık dahi bırakmadım. Karanlıklar içindeydim. Tepeden tırnağa siyahlara bile bürünmüştüm. Gecenin karanlığının bir parçasıydım artık. Yatağıma uzanmış halde, heyecan ve sabırla beklemeye başladım. İlerleyen gecenin geç bir vakitlerde; birden değil derinden bir uğultu başladı. Uğultu beraberinde artan titreşimleri de getirdi. Önce yanı başımdaki duvara kulağımı dayadığımda bunu hissettim. Yatağımdan usulca doğrulup ayağa kalktığımda bir elimde fener öteki elimde paslı bir çifte vardı. Gözlerim fal taşıydılar çakmak çakmak bakıyordum. Kulaklarım her sesin analizini yapmak için algıları topluyordu. Kısacası tüm almaçlarım açıktı. Ama kalbim küt küt atışı sesi öteki seslere karışıyordu ki belkide rahatsız eden buydu. Terimde korkunun kokusu yayılıyordu. Bulunduğum odadan öteki bir odaya geçişim belkide dakikalar almıştı; öteki boş odaya ulaşmam. Mezarlık içinde kalan boş odasındaki tahta döşemelerin çivilerini bir kez daha sessizce sökerek mezar taşı kalıntılarına baktığımda her şey önce anımsadığım gibiydi. Ardından salondan evin giriş holüne geçtiğimde evin tahta tavan arasına bakılmasının gerekliliğini düşündüm. Tavan arasına ev girişinden ulaşılıyordu. Yüksekçe bir yerde yer alan bu girişe merdiveni dayayıp tırmanmaya başladığımda bir elimde pilli fener öteki ellerimde mermisi namlusuna sürülmüş av tüfeği vardı. Tavan boşluğuna önce el fenerim ulaştı ardında tetikte olan tüfekli elim sadece başımın girebildiği bu tavan arası boşlukta ne göreyim? Onlarca sincaplar (Sciurus vulgaris) kışı geçirmek için depoladıkları onlarca cevizi yuvarlayıp gürültülü şamata çıkarmaktalar. Bu anda ömrümün en keyifli kahkahasını attığımda bu kez sincapları ben korkutmuştum. Gece yarısı tavan arası maçları yarım kalmıştı. O kadarı da olsun. Ertesi gün emanet olarak aldığım av tüfeğini iade ederken bağ bekçisi olan amcaya bir çuval ceviz siparişi vermiştim. Daha sonraki gecelerde bu yeni dostlarımın şamataları geceme ninnilerini katıyorlardı.

|
|
|
|
V

Yorum yazabilirsiniz...