KENT

-Halide Demir yazdı.

Evvel zaman içinde kalbur saman içinde ,kent gözünü kendine açar. Doğusunda Tamara’nın hasretiyle yanmış Van, kuzeyinde acıdan içi matem yerine dönmüş, siyahlara bürünmüş ve ancak karasıyla kendini tanıtan Batman; güneyinde ise kaçak yaşanan aşkları ve çokça içilen çayları ile Şehr-i Nuh…..

siirt-5-1024x633

Bu şehrin kadınları bir kekliği, erkekleri bir aslanı andırır gibi davul zurna eşliğinde harkoşte, süleyraniye ve şiro ile halay çeker, hüzün dağıtırlar. Oyuncular ayaklarını yere her vurduğunda ,tozlu topraklı zemin gecenin karanlığında dağılır ve dağıldıkça, her sabah Başur üzerinde çoğalan sis perdesini andırır. Saçlarının arasından yüzlerine dökülen ter, Kezer’i kıskandıracak kadar berrak , Reşinan Suyu kadar uzun bir yol kateder. Kadınlar gecenin karanlığında göründüklerinde, gökyüzündeki yıldızlar ayın arkasına saklanırlar çünkü kadınların eteklerindeki parıltıdan izinsiz, alırlar ışıklarını.
Erkeklerin giysileri Van abasından dokunmuş altında ince bedenini saklayan bir şalvar , kafasında Kürt sarığı ve belinde bakışları kadar keskin hançerileri ile göründüklerinde ,akıllarda Derzin Kalesi’nin heybetli duruşu asılı kalır.
Ve çocuklar……
Sarı saçları ,badem gözleri,çıplak ayakları ile pilavın perdesini yırtmak ,çengelde büryan bırakmamak, Şaran’ın şekeriyle yapış yapış olmuş ellerini yalamak için can atarlar
Kent gözünü kendine açar. Alçıdan yapılmış evleri, uzun bir ağıdın son sesi gibi duran Handervis Kilisesi, o son sesten sonraki sessizliği içinde barındıran Mir Yakup Kilisesi..
Bu kent, ne çok konuk ağırlar ve her konuğuna hanesinden biri gibi bağlanır. Hurriler’den Urartular’a,Asurlular’dan Medler’e oradan da Persler’e el uzatır. Uzattığı eli yanıp kararır da yine de her gelene en az üç dilde çalar ramazan davullarını , üç dilde çalar çanlar, üç dilde yaşar yalnızlığını, en az üç dilde öter kuşlar. Bu üç dilli şehre giriş için ne pasaport gereklidir ne de sorgu sual..
Burada acının uzun bir geçmişi vardır. Uzun havalarda acı uzar gider. Nefesi tükenir dengbejin ama acısı uzar gider….
Yaşlandıkça insan geçmişi hatırlayıp anılarını kuvvetlendirir de yaşadığı zamanı bugünü unutur da adını bile hatırlayamaz en sevdiğinin ; işte kent biriktirdiği anıları yığdığında ortaya, kendisi ni sarmalayan dağlar kadar heybetli bir geçmişi başlar anlatmaya….
Kalkolitik dönemden neolitik döneme; Roma’dan Bizans’a gider. Orada durmaz ; erkeklerin kabartma tanrıçalar yaptığı savaşmak için mızrak ucu hazırladığı , kadınları yarıçıplak giysilerle tef çalıp dans ederken şehrin kralının şarabını yudumladığı, çocukların kilden yapılmış heykelciklerle oynarken sanatçıların duvarlara hayvan figürleri çizip ; tanrıya addettikleri şekli bu şehrin her yerine işlerken evliya çelebinin dediği gibi ‘’süslü bir irem bağı ‘’olur kent….

Oysa şimdi Handervis Kalesi’nin yokluğu, kiliselerinin yokluğunun acısı, Derzin Kalesin’in kırık kanadı kolu….
Başpiskopoz Adday Şer’in uzun kış gecelerinde tarih ile efsaneyi, Nasturi ile Keldani’yi imam ile patriği yaşattığı kitapları, daha sonra cehaletle karşı savaşta yenik düşüp yakılan kitapları ile bu kent bugünü görmüyor…

Yaşlandıkça unutulan bu kent ; gençlik anılarını anlatan ama kimsenin durup dinlemediği lanet bir ihtiyar adam gibi yaşıyor……

2012-03-11
SİİRT

Yorum yazabilirsiniz...